"Sofradan tarlaya" gıda güvencesi
Prof Dr AZİZ EKŞİ
Son yıllarda “tarladan sofraya”
gıda güvenliği kavramını tekrarlayıp
duruyoruz. Tüketime sunulan gıdaların
zararsız olması ya da zararlı bir öge içermemesi genel bir kuraldır. Gıda
güvenliği sistemi de bunu sağlamaya yönelik bir uygulamadır. Bu bağlamda yola
tarladan çıkılması doğaldır.
Fakat bunu yaparken “gıda güvencesi” gerçeğini unutuyoruz.
Gıda güvencesi; “her insanın, her zaman sağlıklı
ve aktif yaşam için yeterli, güvenli ve besleyici gıdaya fiziksel ve ekonomik
olarak erişmesi” olarak tanımlanıyor1. Görüldüğü gibi, hem güvenli
gıdaya hem de yeterli ve dengeli beslenmeye atıf yapılıyor.
Eğer günlük enerji alımı 1800 kaloriden azsa “yetersiz
beslenme”den, gereğinden fazla ise “aşırı beslenme”den söz ediliyor.
Birincisi her açıdan büyüme ve gelişme
geriliğine, ikincisi ise kilo
fazlalığına ve buna bağlı diyabet, kalp, kanser gibi hastalıklara yol açıyor.Dolayısı
ile optimal durum, diyet ile alınan enerjinin her iki limitten de uzak
olmasıdır. Ayrıca sağlanan enerjinin
karbonhidrat, yağ ve protein arasındaki dağılımı da çok önemli.
Sağlıklı ve aktif yaşam için yanlız
enerji gereksiniminin karşılanması yetmiyor. Vitamin, mineral, amino asid ve yağ asidi gibi 40
dolayında yaşamsal besin ögesi var. Bunların da her
gün belirli miktarda(RDA) alınması
gerekiyor. Eğer alınan miktar günlük gereksinimi karşılamıyorsa, bu kez “dengesiz
beslenme”den söz ediliyor. Bunların
eksikliği, kendine özgü sağlık problemlerine
yol açıyor
Dolayısı lle sağlılı yaşam için
hem makro(karbonhidrat, protein,yağ) hem de mikro(vitamin, mineral vb)besin ögelerinin yeterince alınması gerekiyor. Gıda sisteminin temel işlevi de bu
gerekesinimin sağlıklı gıda tüketilerek karşılanmasıdır.
Bir de gıda açısından “kendine
yeterlik” kavramı var. Bu,sağlık ve beslenme boyutu olmayan ekonomik bir denge durumudur.Ancak çoğu kez, yeterli ve dengeli beslenme kriteri olduğu da sanılıyor. İşte bu yanıltıcıdır.Neden derseniz?...
Eğer kendine yeterliğin ölçütü,
gıda tüketiminin yerli üretimle karşılanması ise, bu dengeyi sağlayan yetersiz
gıda tüketimi de olabilir. Bu durumda kendine yeterlikten söz edilebilir fakat dengeli
ve yeterli beslenmeden söz edilemez.
Eğer kendine yeterliğin ölçütü,
gıda ihracatının gıda ithalatını karşılaması ise;bu denge, gerekli bir gıdanın
ihraç edilmesi veya ithal edlmemesi ile de
sağlanabilir. Her iki durumda da ithalat-ihracat dengesi sağlanabilir
fakat dengeli ve yeterli beslenmeden söz edilemez. Çünkü insanların en azından bu
gıdalara erişimi zorlaşacaktır.
Gıda açısından kendine yeterliğin
en gerçekçi ölçütü, yeterli ve dengeli beslenme gereksiniminin ne ölçüde karşılandığıdır. Daha doğrusu, gıda tüketim profilinin sağlıklı ve aktif
yaşama ne kadar uygun olduğudur...Bu aynı zamanda gıda güvencesinin bir
göstergesidir. Günümüz dünyasında gıda
güvencesi açısından yaşanan trajedinin
başlıca nedeni, bu gerçeğin gözardı edilmesidir.
Dünya nüfusunun %11’i yatağa aç giriyor ve %16’sı gıda güvencesinden yoksundur. Aynı
dünyada nüfusunun %9’u obez ve %19’u aşırı kiloludur. Demek ki dünya nüfusunun %27’si yetersiz beslenme,
%28’i ise aşırı beslenme nedeni ile sağlık problemi yaşıyor. Yetersiz ve aşırı beslenenlerin toplamı (%55) dünya nüfusunun yarısını aşıyor. Bu paradoksal durum çoğu
ülkede aynı anda yaşanıyor. Ancak, bazılarında yetersiz beslenme, bazılarında
ise aşırı beslenme daha başat.
Yetersiz beslenme ve açlık
sorunu yardım ve bağış yolu ile çözümlenemez.
FAO verilerine göre aç insan sayısı 1990-92
döneminde 843 milyon,
2017 yılında ise 821 milyondur.
Obez insan oranı ise hızlı bir artış gösteriyor. WHO verilerine
göre dünyada obezite oranı 1975’ten 2015’e tam 3 kat artmıştır. Bu sorunun da
öğüt vererek veya vergi koyarak önlenmesi
beklenemez.
Açlığın çözüm yolu artık bellidir. Gıda üretiminin açlığın
yaşandığı ülkelerde artırılması gerekllidir ve bunun için de açlık çeken insanların aile çiftçiliği yaklaşımı ile üretime
katılması yeterlidir. Bunun yaşama geçmesi ise; gıda açıklı ülkelerin
dayanışmasına ve dünyada güçlü bir kamu oyu baskısı oluşmasına bağlıdır.
Fakat dünya ölçeğinde kalıcı bir gıda güvencesi için bunun ötesine geçilmesi zorunludur. Yeni bir gıda
sistemi arayışı boşuna değildir. Yeni
sistemin hedefi; “herkese gereği kadar gıda” olmalıdır. Ne az ne de fazla!.. Çünkü güncel gıda tüketim
profilinin her iki açıdan da problemli olduğu görülüyor.
Problemin çözümü, gıda
üretiminin “sofradan tarlaya”
yaklaşımı ile planlanmasından geçiyor. Başka
bir deyişle, mevcut gıda tüketim profilinin
eksiği ve gediği ile ortaya konulması ve gıda üretiminin planlanmasında ekolojik kısıtlar ve tarımsal
potansiyel ile birlikte bu tablonun da dikkate alınması gerekiyor.Bu tablo gıda ithalatı ve
ihracatı açısından da yol gösterici olacaktır.
Kısaca, sağlıklı ve aktif
yaşam gıda tüketim profili ile yakından ilgilidir. Bu nedenle sofrayı veya gıda
tüketim profilini dikkate almayan bir gıda sistemi ile gıda güvencesinin sağlanması
ancak tesadüfe bağlıdır...
-------------------------------------
Yorumlar
Yorum Gönder