Gıda güvenliği için önce risk analizi
Prof Dr Aziz EKŞİ
Besin ögelerini içeren gıdalar zaman
zaman sağlığa zararlı bileşikler de içerebiliyor. Bunların sayısı ve miktarının yıldan yıla arttığı
görülüyor. Her yıl, gıda güvenliğine ilişkin
yeni bir kriz tartışılıyor. Sığırda deli
dana, tavukta kuş gribi, süt
tozunda melanin, rakıda metil alkol, organik havuçta EHEC, yumurtada fipronil gibi. Tüketici güvenli bilgiye ulaşamadığı için ne
yapacağını bilemiyor. Gıdalardan giderek daha fazla kuşku duyuyor.
Bu kuşkuyu besleyen bir diğer neden de gerçek
dışı iddialardır. Bunların da sayısı ve sıklığı giderek artıyor. Yoğurtta solitin bulunduğu iddiası bunun tipik
örneğidir. Böyle bir madde yok, atıf
yapılan uzman yok, böyle bir araştırma yok ama ortalıkta dolaşan ve tekrarlanan böyle bir
bilgi akışı var. Tüketici bu tip gerçek dışı bilgilerden de etkileniyor. Gerçek dışı
bilgi esas olarak firma
rekabetinden veya uzman densizliğinden kaynaklanıyor. Bazı
uzmanlar medyatik olmak için can atıyor. Uzman olmadığı konuda konuşabiliyor. Buna karşılık gerçek uzmanların sustuğu ya da konuşsalar bile görüşlerinin medyada yer bulmadığı görülüyor.
Bu durumda sapla saman birbirine karışıyor. Bu karışıklığın başlıca nedeni güvenli bilgi eksikliği ve iletişim yetersizliğidir. Oysa Türkiye’de bu
konudaki bilgi birikimi oldukça yeterlidir. Eksik olan bu bilginin açığa çıkarılması ve
kamu oyuna yansımasıdır.
Öte yandan, tek bir uzman görüşünün
yanlış olma olasılığı fazladır. Ayrıca, doğru olsa bile tüketici güveni
açısından yeterli değildir. Çözüm, gıda
güvenliği politikasının çoklu uzman grubunca gerçekleştirilen bir risk analizi
sürecine dayandırılmasıdır. Başka bir
deyişle risk analizine dayalı bir gıda
güvenliği politikasının izlenmesidir. EFSA ve
FDA gibi kuruluşların varlık nedeni budur.
Kavramsal olarak gıda güvenliği;
gıdalarda bulunma veya oluşma olasılığı bulunan tehlike ve risklerin elimine
edilmesi veya azaltılması, başka bir deyişle tüketici sağlığının güvence altına
alınmasıdır. Burada sözü edilen tehlike insan sağlığına zarar verme potansiyeli
olan etkenlerdir. Küflü gıdada mikotoksin oluşması, pestisit uygulanan gıdada kalıntı
bulunması,hijyen yetersizliği nedeni ile gıdaya patojen bulaşması gibi...Risk
ise, tehlikenin yol açacağı zararın boyutu ve sıklığıdır. Küfün oluşturduğu
mikotoksinin kansere, patojen bakterinin hastalığa, arsenik
bulaşmasının zehirlenmeye yol açma olasılığı gibi.
Potansiyel tehlike sayısı oldukça
fazladır. Bunların başında; zoonotik
hastalık etkenleri(verem, brusella vb), patojen mikroplar(Salmonella, Campylobacter gibi), küf metabolitleri(aflatoksin, okratoksin
vd), metal bulaşmaları(civa, arsenik gibi), proses hataları(nitrozamin,
akrilamid vb), tarım uygulamaları(pestisit, hormon vb), ambalaj etkileşimi(
gıdaya metal, monomer göçmesi gibi), katkı maddeleri(izinsiz katkı
kullanılması, dozun aşılması),çevre bulaşanları(dioksin,metal vb) geliyor.
Bunların önemi aynı düzeyde değildir.
Ayrıca ülkeden ülkeye de öncelikleri değişebiliyor.
Ancak bunun belirlenmesi kişisel inisiyatiflere veya algılara bırakılamaz.
Yoksa karmaşa doğar. Gerçekte önemsiz bir tehlikeyi tartışılırken ciddi bir
tehlike gözden kaçabiliyor. Pestisit
kalıntıları dururken E330 ile kavgaya
tutuşulması(!) gibi.
İşte bu kargaşadan kurtulmak için gıda
güvenliğinin risk analizine
dayandırılması gerekiyor. Risk analizi; tehlike ve risklerin bilimsel bir
yaklaşımla değerlendirilmesi, yönetilmesi ve paydaşlar arasında iletişimin
sağlanmasıdır. Halkın da bir paydaş olarak algılanmasıdır. Bu aynı zamanda
çağdaş gıda yasalarının uyması gereken bir kuraldır.
Buradaki en kritik bileşen risklerin
değerlendirilmesi, başka bir deyişle olası veya geçerli tehlike ve risklerin
irdelenmesi ve önceliklerinin belirlenmesidir. Bu değerlendirmenin; kanıta
dayalı olarak çok disiplinli, bağımsız ve tarafsız bir organ tarafından
yerine getirilmesi gerekiyor. Risk yönetimi ise hükümetin işidir.
Bizim, gıda güvenliği ve denetimini de
kapsayan 5996 sayılı yasa da risk
analizinin esas alınmasını ve bu amaçla risk değerlendirme komisyonları
kurulmasını öngörüyor(MD. 26/1, 26/2). Ancak bu yaklaşımın uygulamaya yansıdığı
söylenemez. Çünkü bu çalışma
gruplarının, daha yetkili bir merkezi organa bağlı olmadan ve merkezi organın da bağımsız,
çok disiplinli ve tarafsız olması
sağlanmdan, etkili çalışması beklenemez. Bu nedenle doğrusu;
önce adı ne olursa olsun genel bir “gıda
güvenliği organı” oluşturulması ve çalışma
gruplarının da bu organca
belirlenmesidir. Bir sonraki adım ise
bu organın , EFSA benzeri bir “gıda
güvenliği yönetimi”ne dönüştürülmesidir.
GG Organı’nın oluşturulması, gıda kontrolu ile yetkili
olduğu için öncelikle Gıda ve Tarım Bakanlığı’nın görevidir. Ancak konu, Sağlık Bakanlığı ile da ortaklaşa çalışılmayı gerektiriyor. Bu organın başlıca görevleri; (1) tehlike ve risklerin değerlendirilmesi
ve sıralanması, (2) önlemlerin zamanında belirlenmesi ile toplum sağlığının
korunması, (3) tüketicinin güven duyduğu bir kaynaktan bilgilendirilmesi, (4)
gerçek dışı bilgilerin gıda krizine ve
paniğe yol açmasının önlenmesi ,(5) gıda sektörünün sanal krizlerden daha az
etkilenmesi olarak özetlenebilir.
Kısaca; gıda güvenliği için atılması gereken ilk adım risk analizidir ve gıda güvenliği için risk analizi ne kadar gerekli
ise, risk analizi için de bağımsız, tarfasız, çok disiplinli bir “gıda güvenliği organı”
o kadar elzemdir. Ayrıca; tüketici
sağlığının korunması ve gıda sektörünün güçlenmesi açısından oldukça ivedidir.
Yorumlar
Yorum Gönder