Tarımda gerileme dönemi ve nedenleri


Prof Dr AZİZ EKŞİ      

Türkiye, ekili tarım alanı açısından %0.8 pay ile   dünyada 30’uncu,  üretim değeri açısından ise %2.1 pay ile 9’uncu sırada yer almaktadır. Coğrafi  açıdan tarıma çok elverişli olduğu söylenemezse de   uzun yıllar kendine yeterli olmayı başarmıştır. Ancak  1980  sonrası IMF ve DTÖ gibi kuruluşlarca dayatılan  liberal politikalarla gelinen noktada  tarımsal üretimin yeterli olduğu söylenemez. Üretimde mutlak artışlar olsa da yeterlilik açısından  bu durumun “gerileme” olarak tanımlanması yanlış olmaz.

Gerilemenin başlıca  göstergeleri
(1)Tarımın GSYH içindeki payı azalmıştır.  Bu pay 2002’de %11.6 iken düzenli bir  şekilde azalarak  2015 yılında  %7.8’e  gerilemiştir. Ayrıca tarımsal istihdam azalmış ve   tarımsal istihdam başına yaratılan katma değer de tarım-dışı kesime göre oldukça düşük kalmıştır.   2002-07 döneminde %27.8  olan bu oran   2008-15 döneminde ise %31.8’dir.  Dolayısı ile tarımda gelir düşüklüğü ve kente göç sorunu varlığını sürdürmüştür. 

(2)Ekili  toprak  ve  hayvan varlığı azalmıştır.  2015 yılında ekili alan(15.7 milyon ha) 1980 yılına göre %4.3, 1990 yılına göre ise  %16.9 azalma göstermiştir. 1990’dan 2015’e 3.2 milyon ha  arazi üretim dışı kalmıştır. 2015 yılındaki toplam hayvan varlığı( 56 milyon) 1990 yılına %13.8, 1980 yılına göre ise %35.6 azalmıştır.1980’den 2015’e azalan hayvan sayısı 31 milyondur. Her iki olgu da tarımın kazanç getiren bir sektör  olmadığının ve çiftçiliğin giderek terkedildiğinin bir kanıtıdır.
(3) Tarımsal üretim artışı yetersizdir. Gerçi tarımsal üretimde bazı artışlar sağlanmıştır. Fakat   gerek bitkisel gerekse hayvansal ürerimde sağlanan artışlar yeterli değidlir.2012 yılında ihracatın ithalatı karşılama oranı gerçi gıdada  %186 fakat tarımda henüz daha %72’dir.Özellikle  yağlı tohum (soya, ayçiçeği, kolza vb), ham yağ, baklagil ile damızlık ve kasaplık hayvan gereksinimini  büyük ölçüde ithal yolu ile karşılanmaktadır.

(4)Gıda tüketim profili dengesizdir. Özellikle hayvansal gıda tüketimi  düşüktür. Günde kişi başına et tüketimi Türkiye’de   32.5 gram iken Fransa’da 241 gram, ABD’de 330 gramdır. Günde kişi başına toplam süt tüketimi ise Fransa’da 0.83 litre ve ABD’de 0.75 litre iken Türkiye’de 0.48 litredir. Öte yandan, EIU 2016 global  gıda güvencesi endeksine göre Türkiye 100 üzerinden 63.3  puanla 113 ülke arasında 45. sıradadır ve 2012 yılına göre bir gelişme  yoktur.
(5)Gıda güvenliği tartışmalıdır. Gerçi gıda mevzuatının AB ile uyumlaştırılması sağlanmıştır. Ancak mevzuat açısından sağlanan bu uyumun kontrol uygulamasına yansıdığı söylenemez. Çünkü; kayıt dışı ve hileli gıda üretimi güncelliğini korumaktadır. GTH Bakanlığı’nın  kamuya açıklamaları  bunun en somut kanıtıdır. Dünyada olduğu gibi Türkiye’de de peynir, sıvı yağ, salam, sosis ve bal gibi gıdalarda hilenin  yaygın olduğu anlaşılıyor.
Gerilemenin başlıca nedenleri
(1) Toprak dağılım dengesizliği: 2011 genel tarım sayımına göre 2 hektardan küçük işletmelerin oranı %33.4, işlenen topraklardan aldıkları pay ise %5.4’tür.  Buna karşılık 50 hektardan büyük işletmelerin oranı %0.8 ve  işlenen topraklardan aldıkları pay %11.4’tür.Topraksız çiftçi sayısı hakkında güncel bir veri yoktur.  Dengesiz toprak dağılımı  özellikle Güneydoğu’da belirgindir.
(2) Tarım işletmelerinin   çok parçalılığı: Türkiye’de ortalama tarım işletmesi büyüklüğü 5.9 ha’dır  ve   büyüklüğü 0.1-4.9 ha arasındaki işletmelerin oranı %64.8,  tarım alanındaki payları  %21.3’tür. Tarım işletmelerinin ancak  %10.2’si tek parçalı, %48.1’i 2-5 parçalı, %21.4’ü 6-9 parçalı ve %20.3’ü 10+ parçalıdır. Bu olgu verime ve maliyete olumsuz yansımaktadır.
(3) Çiftçi örgütlenmesinin karmaşıklığı: Çiftçi için en etkili örgütlenme modeli kuşkusuz kooperatiftir.  Türkiye’de tarımsal kooperatif sayısı  fazla fakat ortak sayısı oldukça düşüktür. Bunun başlıca nedenlerinden biri kamunun kooperatifleşmeye olumsuz bakışıdır. Üretici ve yetiştirici birliği gibi oluşumlar da çiftçinin kafasını karıştırmakta ve kooperatifleşmeyi olumsuz etkilemektedir. Ayrıca kooperatiflere kamu destekleri kısıtlanmış, kooperatif birliklerinin  tesisleri de ellerinden alınmıştır
(4) Girdi kullanımının düşüklüğü: Gerçi 1980’den 2015’e buğday verimi 183 kg/da’dan 287 kg/da’a ve  karkas(sığır) başına et verimi 122  kg’dan 270 kg’a artmıştır. Ancak ne verim artışının ne de üretim düzeyinin yeterli olmadığı açıktır.
Verim düşüklüğünün bir nedeni de girdi kullanımındaki  yetersizliktir. Sulamaya elverişli alanların alanların(8.5  milyon ha)  ancak %60’ı(5.1 milyon ha) sulamaya açılmıştır. Buğdayda sertifikalı tohumluk kullanımı %60, sığırda kültür ırkı oranı henüz  %40 düzeyindedir.  Hektar başına ortalama gübre   ve  pestisit kullanımı da  diğer ülkelere göre düşüktür.   Girdi kullanımı kısıtlayan başlıca faktör girdi fiyatlarının ürün fiyatlarından daha fazla artması ve  gübre ve pestisitte dışa bağımlılığın yüksek olmasıdır.
(5)Tarım desteklerinin  etkisizliği: 5488 sayılı Toprak Kanunu (2006) tarıma verilecek destek miktarının GSYH’nın en %1’i kadar olmasını öngörse de, gerçekleşen genellikle  %0.5 dolayındadır. Ayrıca  sağlanan  tarımsal desteklerin amacına uygun kullanıldığı ve gerçek üreticiye ulaştığı da tartışmalıdır
DGD 2009 yılında terkedilmiştir. Daha sonra  destekler alan bazlı, telafi ödemesi ve hayvancılık desteği olmak üzere başlıca 3 kategoride verilmiştir.  2016 yılında tekrar gündeme gelen havza bazlı destekleme olumlu  bir yaklaşım olmakla birlikte  uygulamada başarılı olacağı tartışmalıdır. Çünkü; havzaların gerçekçi kriterlerle belirlendiği tartışmalıdır ve  havza-ürün eşleşmesi  çiftçinin görüşü  alınmadan  belirlenmiştir.

 (6)Gıda kontrolunun yetersizliği: Bağımsız  bir risk değerlendirme kurulu yoktur. İzlenebilirlik zincirinin birincil üretim halkası kopuktur. Gıda kalite sistemlerinin uygulanması  yaygın değildir. Denetçi sayısı ve analiz kapasitesi yeterli değildir. Dolayısı ile etkili bir gıda kontrolü yoktur ve gıdaların sağlık açısından ne kadar güvenli olduğu belli değildir.

Yorumlar

Popüler Yayınlar